Özgürlük Yazarları: Filmin Düşündürdükleri

Geçen gün tesadüfen izledim, daha önce film hakkında bilgim yoktu. Filmin sonunda gerçek hikaye olduğunu öğrendim. Filmde bir öğretmenin, birbirinden kötü geçmişi olan öğrencilerin olduğu sınıftaki iş hayatını anlatılıyor. İş hayatı demek biraz kaba oluyor; çünkü öğretmen o kadar çok seviyor ki işini, öğrencilerin eğitim masraflarını karşılamak için geceleri tezgahtarlık yapıyor. İzlemeye değer.


Ben filmin içeriğinden çok bana neleri düşündürdüğünü yazacağım. Kaynak bulduğumda paylaşacağım, bir anket çalışması yapılıyor Türkiye’de, bir halk örneklemine basit bir soru soruluyor: “Türkiye’de herkese kendi anadilinde eğitim olmalı mı, olmamalı mı?”. İlk oylama sonuçları, katılımcılara açıklanıyor, sonra kendi aralarında tartışmaları, birbirlerini ikna etmeleri için iki saat süre veriliyor. Daha sonra tekrar aynı soru için oylama yapıldığında, genellikle iyiye yönelik, öncekine göre daha olumlu sonuçların çıktığı görülüyor. Filmde de öğretmen, kendi acılarıyla meşgul olan öğrencileri birbirine yakınlaştırmanın tek yolunun, birbirlerine acılarını, dertlerini anlatabilmek, aralarında söz söylemeye bir alan açabilmek olduğunu keşfediyordu. Buradaki en güzel mesaj şu: “Söz, silahın karşıtıdır.”

Filmi izlerken bir başka aklıma gelen, 12 Angry Men filmiydi. Çok eski ama çok akıcı bir film, eğer Freedom Writers izlemeye niyetliyseniz, bence önce 12 Angry Men izlemelisiniz. Konusu çok basit; bir cinayet davasında henüz karar verilmemişken 12 kişilik jüri, sanık için karar vermek için uzun bir süre bir odaya kapanırlar ve kendi aralarında tartışırlar. Film boyunca, tartışmanın başından sonuna kadar jüri üyelerinin nasıl karar değiştirdiklerini, birbirleriyle nasıl tartıştıklarını, birbirlerini nasıl ikna ettiklerini izliyorsunuz ve size tartışmanın nasıl faydalı ve nasıl zararlı olabileceği konusunda ciddi bir tecrübe kazandırıyor. Freedom Writers, gerek düşünsel, gerek yapısal anlamda size tek tip olmanın gerçek dünyaya çok aykırı düştüğünü anlatırken, 12 Angry Men ise farklılıklar arasında uzlaşma için size bir yöntem sunuyor.

Bir başka uzlaşma örneği olarak Diyarbakırlı kasap Sait Şanlı aklıma geldi. Onun ünü, aralarında kan davası olan aşiretleri barıştırmaktan gelir. Barış için öyle ilginç bir yöntemi var: Öncelikle öldürenin adalete teslim olması ve tarafların buna eninde sonunda ikna olması şart. Ama barışmak için bu yeterli değil. Tarafların birlikte geçirdiği güzel zamanları hatırlatmak, onları tekrarlamak; hiç yoksa, ortak hoşlandıkları bir konuyu konuşmak ve o konuda beraber bir şeyler yapmak; tüm bunlardan sonra da birbirlerine verdikleri zararı birlikte karşılamak için uzlaşma çabası içine girmek, kasap Sait Şanlı’nın yöntemiymiş. Dikkat ederseniz bunda bile her şey “söze alan açmakla” başlıyor.

İnsanların birbirlerine dertlerini doğru bir şekilde anlatabilmesi benim son zamanlarda çok önemsediğim bir konu. İstanbul’da yaşıyorum ve neredeyse her gün bu konuya örnek olabilecek bir olayla karşılaşıyorum. Bir bakıyorsunuz, metrobüs durağında burnu dayaktan kırılmış kanlar içinde merdivende yardım bekleyen insanla karşılaşıyorsunuz; bir bakıyorsunuz, metrobüste kimse yer vermez diye çocuğunu sürükleye sürükleye kapıdan girmeye çalışan, o esnada da çocuğunun kalabalığın arasında ezildiğini farketmeyen bir kadını izliyorsunuz; bir bakıyorsunuz kaldırıma çıkıp yayayı ezdiğini bile bile durmayıp yoluna devam eden sürücüyü; bırakın tüm bunları, kahkaha atan insanlara bile tahammülümüz sıfır, diğer tüm meselelerde ahlak ve terbiyede bir numaraymışız gibi geldik başka insanların kahkahasına ayar çekmeye çalışıyoruz.

Bizim bir durulmamız, birbirimizi dinlememiz gerekiyor. Bir uzlaşıya, barışa gönüllü vicdanlara ihtiyacımız var. 12 Angry Men’deki gibi tartışmanın yol ve yordamını, Diyarbakırlı kasap gibi barışmanın usulunu, Freedom Writers gibi de birlikte yaşamanın bir yolunu bulmamız gerekiyor bizim. Şuan tek ihtiyacımız bu.