Biz Şehirleşmeden Kaybettik

October 25, 2020 3 dakika

Üç yıldır Köpenick’teyim. İlk zamanlar hep geçmişimi anımsadım. Ben doksanlarda Tekirdağ’da bir memur çocuğuydum. Zengin bir ailede büyümedim ama bahçesi, otoparkı, oyun alanı olan bir lojmanda oturduk, yazlarım sosyal dinlenme tesisinde geçti. Karavan kiralardık, sıkıldıkça denize girer, acıktıkça kantinde tost ve kola söylerdik kendimize. Normal hayatta bir araya gelemeyeceğim arkadaşlarla çeşitli oyunlar oynar, muhabbet eder, gelecek yıl ne yapacağımızı konuşurdum. Yanlış hatırlamıyorsam, Şekerbank’ta kullanabileceğimiz bayram kuponları olurdu, onunla üstümüze başımıza yeni giysiler alırdık.

Çok paramız yoktu ama pek bir eksiğimiz de olmamıştı. Bir keresinde kuzenlerim bize geldiğinde eve pizza söylemiştik, herkese bir dilim düşmüştü, onun verdiği mutluluğu şuan bile anımsıyorum. Bunun dışında dışarıda yemek yemek pahalıydı bizim için. Kiraz festivallerinde arkadaşlarla sahilde gecelerdim. Şehrin merkezinden ve sahilinden geçen insan bir şekilde Francis II Rákóczi ile, Namık Kemal ile tanışırdı.

Ben üniversiteye gittikten sonra, ufak ufak bu ayrıcalıkları kaybettim. Önce lojmandan çıktık, bahçe ve otopark kavramını yitirdik. Birbirine yapışık binalar, daracık sokaklarla tanıştım. Sonra sosyal tesisimiz özelleştirildi, artık paran neye, nereye yetiyorsa oraya gidip tanımadığımız insanlarla tatil yapar olduk veya bazı yıllar yapamadık. Fakat öte yandan para kazanmaya başlayınca, kendi istediğim giysiyi, ayakkabıyı alabildim. İstediğim zaman pizza siparişi verip tek başıma yiyebildim. Bir taraftan bireysel özgürlüğüme kavuşurken, öte yandan yalnızlaştım.

Şimdi gelelim bu anlattıklarımın şehirleşmeyle, Köpenick ile, bireysel özgürlükle veya yaşam tarzıyla alakalı kısmına… Açıkçası bunu basitçe anlatabileceğime emin değilim; ama aklımda hep şu soru oluyor: Köpenick’te olup, Tekirdağ’da olmayan şey neydi? Neyi burada yapabiliyorum da, Türkiye’de yapamadım? Sorun bende mi, yoksa genel olarak mı bir sorun var?

Sonda söyleyeceğimi başta söylemek zorundayım, bastığımız kaldırımla, oturduğumuz apartmanla, bireysel yaşantımız arasında doğrudan bir ilişki var. Her türlü önlemi almasına rağmen coronavirus vaka sayısının tavan yaptığı Tekirdağ’da yaşayan insanın veya neredeyse hiç önlem almayan Köpenick insanının yaşadığı yerlerdeki şehirleşmenin hastalık bulaşıcılığıyla bir alakası var. İnsanları şehirde büyük alışveriş merkezleri ve belli sosyal alanlara yığmanın veya bu alanları şehrin çeşitli yerlerine dağıtmanın, şehir trafiğiyle doğrudan bir alakası var. Yaşam tarzımızla tüketim alışkanlıklarımız arasında bir ilişki var. Türk insanının çocuk gürültüsüne tahammülsüzlüğüyle Alman insanının hoş karşılamasının şehirleşmeyle doğrudan alakası var.

Böyle çok sayabilirim; ama şu yanılgıya düşmeyi kesinlikle istemiyorum, Türk insanı şöyledir yapamaz, Almanlar böyledir yapar. Yapamayacağımız çok bir şey yok aslında. Biz sadece hayattan zevk almayı unuttuk, hayat kalitemizi bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek kendimiz düşürdük. Sokak müzisyenlerinin, kano yarışlarının, kaldırımların, bisiklet yollarının, kütüphanenin, heykellerin, parkların, sosyal alanların, sosyal etkinliklerin, komşulukların, aktivitelerin, festivallerin bizim hayatımızı renklendirdiğini unuttuk. Eskiden kiraz festivalinde gençler sevdiği insanlarla karşılaşırdı, şimdi pazar yeri kuruluyor.

Biliyorum, her şeye rağmen bu saydıklarıma önem veren, sosyal hayatta aktif olan insanlar var. Ama çok çok azlar ve bu azlık malesef onların da sosyal yaşamlarını yaralıyor. Köpenick’te olup Tekirdağ’da olmayan şey bence bu. Köpenick’te bisiklet yolunda yürünmeyeceğini öğreten şey o yoldan sıklıkla bir bisikletlinin geçiyor olması, biri unutursa anında bir bisikletli hatırlatır, burası benim yolum der. Tekirdağ insanını bisiklet yolunda yürüten şeyse, bisikletin varlığını hatırlatacak pek bisikletli olmaması veya bisiklet yolunun nasıl olması gerektiğini bilecek bir belediyenin olmaması.

Bu saatten sonra şehirlerimiz nasıl güzelleşebilir bilmiyorum; ama hayattan zevk alma biçimimiz ve zevkin kalitesiyle şehrin, binaların, kaldırımların, parkların güzelliği arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Madem mangal yakmayı çok seviyoruz, bari otoyol kenarında mangal yakmak zevksizliğine düşmesek, bir mangal kültürümüz olsa diyorum.